Ara Güler ile röportaj yapmak için yardımcısı Fatih Bey’le önce anlaştık. Fatih Bey de bir fotoğraf sanatçısı. “Ara Güler’in yanında yıllardır çıraklık yapıyorum.” diyor. Tam bir usta-çırak ilişkisi içindeler.
Bazı insanlarla telefonla anlaşılamayacağını bildiğim için bu büyük ustanın İstiklal’deki evinin altındaki kafeye gittim. Orada oturuyordu. Selamsız-sabahsız yanına oturdum ve başladık konuşmaya. Sizinle röportaj yapmak istiyorum dediğimde o güzel aksanıyla “yaz işte” dedi. Epey konuştuktan sonra beni evine davet etti. Ara Kafe’nin hemen üstü evi. İçeri girdiğinizde binlerce fotoğrafla karşılaşıyorsunuz. Onlarca sanatçının, dünyaca ünlü sinemacıların, şairlerin, yazarların, ressamların fotoğraflarını görüyorsunuz. Bu huysuz adam en sonunda bana bir de kimsede olmayan bir kitabını hediye etti. Evlat, bundan 1000 tane bastırdık, birini sana vereyim. Çok konuştuk ama ben azını kaydedebildim. Bir süre sonra zaten söyleşi umrunuzda olmuyor. Bir çınarla sadece sohbet etmek istiyorsunuz.
Bülent Parlak: Picasso’dan Hitchcock’a kadar çektiğiniz bir çok fotoğraf var. Bir arşiv oluşturma çalışmanız yok mu?
Ara Güler: Ölmeden bir gün önce hepsini yakmak lazım. Aksi takdirde bunları kiloyla satarlar. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın çok önemli arşivi var.
Aslında daha fazlası da var bende fotoğrafların. Magnum’a bakarsan benim yaptığım işi yapan bir dolu adam görürsün. İnternetle birlikte arşivler için çalışmalar arttı ve bunları da internet üzerinden insanlara sunuyorlar. İyi de ne kadarını koyabilirsin ki? Philip Jones Griffith mesela… Çok iyi bir foto muhabiridir. “İnternette arayın da bakalım ne kadar fotoğrafı var?” dedim yanımdakilere. Adamın o kadar çok fotoğrafı var ki, internette olan sadece devede kulak.. Benim bildiğim birçok fotoğrafını koymamışlar mesela oraya. İnternette sitelere koymazsan insanlar bilmiyor fotoğraflarını. Şimdi de bu çıktı. İnternette fotoğraf yayınlatmak, arşiv yapmak. Kompüterde ne kadar varsa o kadar çekmişsin zannediyorlar. Binlerce, sayamayacağımız kadar çok fotoğrafları var fotoğrafçıların ya hu.
Benim de çok ama kutularda duruyor. Bunların arşivlenmesi için hiçbir çalışmam yok benim..
Bülent Parlak: Siz aynı zamanda bir İstanbul tarihçisisiniz. Neler değişti İstanbul’da? Bir fotoğrafçı gözüyle ne dersiniz?
Ara Güler: Eski İstanbul’u ben bile bilmem. Ama bildiğim İstanbul’da mesela denize girmek diye bir şey vardı. Şimdi deniz çok kirlendi. Balık da çıkmıyor. Ben İstanbul çocuğuyum. Çocukluğumdan beri fotoğraf çekerim. Eskiden hatırlıyorum. Salacak’ta konakların bahçeleri vardı. Çok güzel, harika yerlerdi oralar.
Evlerin kapıları hala gözümün önünde. Gözümün önünden gitmiyor. Dün gibi hatırlıyorum sanki. Hepsi erguvanlarla, bin bir çeşit güllerle, çiçeklerle falan kaplıydı. Bu yeşillik arasından bir kedi geçerdi… Şimdi böyle şeyler yok. Otomobiller var her yerde. Sokak başında otoparkçılar var. Gidip bir yeri çekemezsin. Artık bu şehirde fotoğraf çekmek için kompozisyon bulmak çok zor.
Bülent Parlak: Kent ve insan arasındaki değişimlerden bahseder misiniz?
Ara Güler: Ne diyebilirim ki şimdi sana? Artık herkes aynı. İnsanlar çok renksiz, renksizleştiler iyice. Eskiden mahalle diye bir şey vardı, meydanda manav vardı, nalbant vardı, ayakkabılarımızı tamir eden insanlar vardı. İnsanlar muhabbet ederlerdi sokaklara oturup… İnsanların bir arada bulunma zamanları azaldı. Şimdi sokaklarda otomobil parkından başka bir şey yok. Artık doğal hayat kayboldu. Her taraf maden duvar. Herkes maden kutuların içinde. Hava yok. Sinirler alışıyor. Çocuklar ona göre doğuyor.
Sadece insanları değil, hayvanları da yok ettik biz… Tavuklar, fabrikalarda suni olarak büyütülüp kesiliyor. Toprağa basmıyor, böcek yemiyor. Hormonla şişiriliyor. Sonra sen onun yumurtasını yiyorsun. Aslında yediğin yumurta değil. Artık insanlar da öyle yetişiyor. Yarın bir firma diyecek ki benim yeraltında çalışacak beş bin kişiye ihtiyacım var. Hemen üretilecek.